Bir Tiyatro Hikayesi
Türkiye’nin dört tarafında ikamet eden dört arkadaşız yolda yürüyen, yürüyüp konuşma hızlarımız da oldukça değişken. Hedefimiz “Atinalı Timon/Timon of Athens”, Oyun Atölyesi’nin 2006 model ürünü. Aslında bu şekilde bildiğimiz söylenemez, daha çok Haluk Bilginer Tiyatrosu’na gidiyoruz kısaca. Hepsinden önemlisi o değil mi diyor arkadaşlardan bir tanesi. Haluk Bilginer Trabzon’u Mersin’i fazla ziyaret etmiyor diye ekliyor. Tiyatroya gidiyor olmamızın ötesinde, Haluk Bilginer’i “canlı” izleyecek olmamın heyecanı her halinden belli oluyor. Ben ise daha şanslıyım, İzmir Türkiye’nin büyük şehir üçlemesinden bir tanesi.
Mükemmel oyunculuklara şahit olacağımız oyuna yetişiyoruz, zaten oyun saat üçte değil de üç buçukta başlayacakmış. Rahat bir nefes alıyoruz. Saat daha üçe beş var, daha salona seyirci alınmasına başlanmış değil. Neden bizi bu kadar acele ettirdin serzenişleri ile karşılaşıyorum. Erken olmak geç kalmaktan iyidir, değil mi? (Tabi her şeyde değil!)
Salonun seyirciye açılmasıyla birlikte hemen yerimizi alıyoruz. Karşımızda sahne, perdesi açık vaziyette oyunu bekliyor. Tam ortada karşıda asılı Atinalı Timon’un madalyonu bizi selamlıyor. Sahnede ise V şeklinde düzenlenmiş bir masa grubu var.
Sahneyi incelememiz bitmemişken garsonları görüyoruz. Masalara çeşit çeşit etlerden ve mezelerden oluşan tabaklar getirmeye başlıyorlar. O esnada üzerinde Pop Art şeklinde işlenmiş Che Guevera’lardan ibaret bir penye olan bir DJ abartılı hareketleriyle sahneye dalıyor. Saat daha üçü sekiz geçiyor, bu da nereden çıktı diyemeden DJ’imiz kendinden geçmeye başlıyor. Kendinden geçtikçe daha da kaptırıyor, ritmi pompalıyor. Tüm salonun dans edesi geliyor.
Farkına varamıyoruz oyunun başladığının… Sahnedeki partide sırayla oyunun neredeyse tüm karakterleri arz-ı endam ediyor. Parti büyük bir orji sahnesiyle noktalanıyor. Biz ise çoktan oyunun içindeymişiz, oyunda bizim… Timon biz seyircilere-yoksa pasif oyuncu mu demeliydim!-bile para saçmaktan geri kalmıyor.
Atinalı Timon, zevk-i sefahat içinde gününü ediyor izlenimi veriyor. Hayatta sadece zevk olmalı, ne kadar da hoş diye düşüncelere dalmak üzereyken insani çekişmelerin hiç bitmediği gerçeğiyle bu düşlerden uyanıyoruz. Acıklı acıklı gülüyoruz ağlanacak halimize…
Tüm bu şatafatın sonunda Timon sıfırı tüketip borç batağına düşüyor. Daha üç gün önce en yakınında en büyük dostu olduğunu iddia edip onu iltifatlara boğanlar bir anda saf değiştiriyorlar. Bir anda alacaklarını tahsil etme çabasındaki simsarlara dönüşüyorlar. Timon hangi dostuna(!) yardım için el açtıysa alacağımı tahsil edemem kaygısıyla hepsi reddediyor. Alçaklık, hıyanet ve satılmışlık dünyaya hakim oluyor.
Uzun lafı kısası Timon der ki “Para, karayı ak, çirkini güzel, eğriyi doğru, adiyi soylu, ihtiyarı genç, korkağı yiğit eder.”
Susma Timon, vur alçaklıklarını yüzlerine tüm insanlığın!
“Dilerim görüp göreceğiniz en iyi ziyafet olsun bu!
Sizi gidi ağız dostları sizi!
Duman ve ılık su; tam sizin şanınıza layık işte.
Timon'un son yemeği budur size.
Yıkayıp temizliyor işte kendini Timon
Üstüne pul pul yapışan dalkavukluğunuzdan;
Savuruyor işte böyle suratınıza
Vıcık vıcık alçaklığınızı.
Herkesin lanetleriyle yaşayın, uzun uzun hem de;
Sizi sırıtkan, yapışkan, iğrenç sömürgenler sizi!
Para budalaları, sofra sülükleri, iyi gün sinekleri!
Süklüm püklüm uşaklar, uçarı dumanlar, kalleş kuklalar!
Bütün insan ve hayvan hastalıklarına tutulasıcalar!
Ne o? Kaçıyor musun? Dur biraz; ilacını iç de öyle git!
Sen de! Sen de! Dur, para vereceğim, borç istemeyeceğim.
Ne o? Kaçış mı hep birden? Bundan sonra
Alçakları çağırmadan kurulmasın hiçbir sofra.
Yansın konağım! Atina yerin dibine batsın!
Bundan böyle Timon'un yüreğinde yeri olmasın
İnsanların, hiçbir insanın![1]”
[1] Atinalı Timon, William Shakespeare - çeviren: Sabahattin Eyüboğlu.
~~~~~~
Living a life of my own...
...
*^"#+&*
No comments:
Post a Comment